Bugun...


SADIK ÇELİK

facebook-paylas
Sofralarımız ‘yerli’ değil
Tarih: 09-12-2018 15:40:00 Güncelleme: 09-12-2018 15:40:00


Türkiye'de 'yerli ve milli üretim' söylemlerine rağmen, tarım ve hayvancılığın bitmesi sebebiyle Türkiye Irak'tan Uruguay'a, Brezilya'dan Polonya'ya yani dünyanın her coğrafyasından gıda ithal etmek zorunda kalıyor. Bu durum tüketiciyi ciddi anlamda olumsuz yönde etkiliyor. 

Türkiye dünyanın dört bir yanından gıda ithal ediyor. Canlı hayvan ve karkas etle başlayan ithalat, bununla sınırlı kalmayarak samandan bakliyata, patatesten soğana sıçrıyor. Sofralarımız artık 'yerli' olmaktan çıktı. Medyada yer alan son haberlerde de, patates-soğan depolarına baskınlar düzenleniyor. Stokçuluk yapanlar, ‘vatan hainliği’ ile suçlanıyor. Bu olayları, bilgi kirliliğinden dolayı ya da daha başka amaçlarla piyasayı, gündemi manipüle etmek için kullanılan politik malzeme olarak düşünüyorum. Bu duruma şöyle bir açıklık getirmek gerekiyor; Hububatta iklime ve coğrafi koşullara göre, Mayıs ayında başlayıp Ağustos ayına kadar devam eden bir hasat dönemi vardır. Bakliyat hasat dönemi ise Türkiye coğrafyasında Ağustos gibi başlar Ekim’e kadar devam eder. Soğan-patates de Reyhanlı, Adana, Nevşehir, Amasya, Bolu, Afyon, Ödemiş, İzmir Körfez, Ankara yörelerinde Mayıs’ta başlayıp Ekim’e kadar devam eder. Mayıs’ta, Temmuz’da hasat ettiğiniz bazı ürünleri kışlık olarak ayıramazsınız. Örneğin patates-soğanda da böyledir. Kışlık patates soğan genelde Niğde, Bolu, Afyon, İzmir-Ödemiş tarafında çıkar. Tabi artık Türkiye’nin değişik bölgelerinde de ekiliyor, Sivas gibi, Erzincan, Erzurum gibi… Kışlık dediğimiz mahsullerin hasatı Eylül, Ekim gibi gerçekleştirilir. Artık turfanda da 12 ay patates-soğan var ancak bunlar Türkiye ihtiyacını karşılayabilecek nitelikte değildir. Durum böyle olunca üretici veya tüccar kışlık dediğimiz mahsulü alır, depolarına koyar ve onu aylara göre yenisi çıkana kadar tanzim eder. Bunun adı depolamadır. Stokçuluk ise İktisat dilinde karaborsa teorisinin içerisinde terimdir. Piyasada sezonda eksik olan ürünleri karaborsacılar veya bu işten çıkar ve menfaat umanlar, kıtlık olacağını düşündüğü dönemde stoklarlar ve stokçuluk yaparlar. Bu durumda amaç piyasayı dara ve zora sokarak fahiş fiyata satış yaparak kar elde etmektir. Cumhurbaşkanımızın söylediği, “Stokçuluk yapanlar bedelini ödeyecekler” sözünün bu karaborsacılar için söylendiğini düşünüyor ve umuyorum. Çünkü sapla samanı birbirinden ayırmak lazım. Bir tarafta ürünleri doğru pay yapabilmek için stok yapanlar, diğer tarafta karaborsa sistemiyle dengeleri alt üst edenler var. Piyasanın kendi dengesi vardır. Burada yapılması gereken en doğru hareket, başarılı bir üretim planlaması yapmaktır. Çiftçinin girdi maliyetleri düşürülmeli aynı zamanda desteklenip, üretime teşvik edilmelidir. Her yörenin iklim ve coğrafi koşullarına göre üretim yapılmalıdır. Binek araçlarda ya da lüks tüketime giren, teknede kullanılan yakıt gideriyle, tarımdaki yakıt harcamalarının eşit olmaması lazım. Avrupa’da ve Amerika’da sistem böyle işliyor. Çünkü tarımı herkes destekliyor. İnsanlar betonla, taşla, çelikle karınlarını doyuramaz. Ancak gıda maddeleriyle karınlarını doyurabilirler. Bu da topraktan doğrudan elde ediliyor. O yüzden bu alana stratejik ve kutsal olarak bakmak ve sahip çıkmak lazım. Türkiye’nin bir başka ve en büyük sorunu da arazi toplulaştırma meselesidir. Miras hukukundan kaynaklanan tarım arazilerinin parçalanmış yapısı tarımın gelişmesine ve verimliliğine büyük darbe vuruyor. Batı, arazinin miras yolu ya da alım-satım yoluyla küçültülmesine engel olmuştur.  Mesela İngiltere’de tapu almak diye bir şey yoktur. Toprağı 100 yıllık kiralayabilirsiniz. Sonsuza kadar tapuyu size asla vermiyorlar. Sadece kullanım hakkını alabiliyorsunuz. Eğer amaç dışı kullanıldığı tespit edilirse de toprak hükümet tarafından geri alınıyor. Hollanda’da bunu yapıyor. Hollanda’nın yüz ölçümü İstanbul kadar olmasına rağmen üçüncü tarım ekonomisi olmasının sebebi budur. Mevzuat ve hukuk tarımın gelişmesi için tekrar ele alınmalıdır. Mesela Ziraat Bankası’nın tarım kredilerinin %95’i tarım üretimine gitmeyip, ranta gitmiş ve amaç dışı kullanılmıştır. 1950 yılından beri bu gidişat böyledir. Adam krediyi çekmiş gidip daire almış, faize yatırmış ya da iş yeri kurmaya kalkmış kötü amaçlarına alet etmiştir. İşte bütün mesel bu.

Son dönemlerde önemli bir durum daha var: gördüğümüz üzere polis, zabıta, bakan, valiler patates, soğan depolarını basıyor. Bir ülkenin yeterli üretimi olursa talep arzı karşılarsa ve arz-talep dengesi kurulursa ki bu piyasada oluşuyor zaten, köylünün, çiftçinin işine de karışılmamış olur. Çünkü üretici-çiftçi, malını ne zaman satacağını, ne zaman piyasaya hangi ürünü süreceğini ya da ne kadar süre ile muhafaza edebileceğini çok iyi bilir. Ürünün sıhhatini ve durumunu en iyi çiftçi biliyor. Çünkü işin teknik kısmına en iyi onu üreten hakimdir. Diğer taraftan baktığımızda elbette ki, bu işi kötüye kullananlar ve stokçular vardır. Bunlar her dönem oldular. Bunların üzerine gidilmesini destekliyorum. Fakat bu olayda 40-50 yıldır bu işi meslek olarak yapan tüccarların depolarına da giriliyor. Kurunun yanında yaş da yanmasın. Kimse mağdur edilmesin. Bu milli bir görevdir. Sofralarımızda taze soğan ve patates Haziran ayından itibaren piyasaya çıkacak. Bütün ürünler hemen piyasaya sürülürse, Haziran ayına kadar yiyecek hiçbir şey bulamayız ya da fiyatlar tavan yapar. Zaten bu yıl küresel ısınma ve iklim değişikliği nedeniyle hasat problemi yaşandı. Ayrıca yurt dışından ithal edilen tohumlarla üretilen soğanların da ömrünün kısa olduğu açıklandı. Doğal olarak bu yıl ki üretim gideri karşılayabilecek ölçüye ulaşamadı. Ve sonuç olarak soğan fiyatları tavan yaptı. Türkiye'nin soğan ambarı olarak bilinen Ankara'nın Polatlı İlçesi'nde yapılan incelemelerden sonra açıklama yapan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, depolarda 200 bin ton kuru soğan tespit edildiğini belirtti. Cumhurbaşkanımız, “Depoları basmaya devam edeceğiz” diyor ancak depolardaki toplam 200 bin ton soğan, günde 4.938 ton soğan tüketen Türkiye’nin ancak 40 günlük ihtiyacını karşılayabilir. Yani tüm soğanlar piyasaya sürülse dahi yüksek soğan fiyatlarını düşürebilecek bir etkiye sahip değil. Çiftçi, geçen yıl 523 bin ton soğan üretimi yapılan Polatlı'da bu yıl toplam üretimin 150 bin ton düzeyinde kaldığını belirterek ciddi bir kayıp yaşandığını söylüyor.

Artan girdi maliyetleri yüzünden çiftçi üretimden çekiliyor ve tarım alanları daralıyor. Köylü Anadolu’yu terk edip büyük şehre göç edip ekmeğini başka işlerde arıyor. Bu da giderek dışa bağımlılığın, ithalat payının genişlemesine yol açıyor. Bu sebeple piyasalarda fiyat dengesi kurulamıyor ve fiyatlar çoğunlukla yukarı çekiliyor. Aslında üretim planlaması düzgün yapılsa, bu tip sorunlarla karşılaşmayabiliriz. İklim değişikliğine göre, üretim planlaması, ürün desenlemesi yapmamız ve ona göre tohum üretmemiz gerekiyor. Üretim yaparken her koşul göz önünde bulundurulması gerekiyor.

SADIK ÇELİK

 



Bu yazı 4952 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Henüz anket oluşturulmamış.
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI